Temel Etik İlkesi – Kültürel Gecikme

Yazı dizisinin dördüncü kilit etik ilkesi kültürel gecikmedir. Bu kavram, kültürün teknolojik yenilikleri yakalamasının zaman aldığını ve sosyal sorunların ya da çatışmaların bu gecikmeden kaynaklandığı düşüncesine dayanmaktadır. Şimdiye kadar çoğunlukla finanstan bahsettik, ancak FinTek sadece finanstan ibaret değil; bir kısmı ‘Finans’, ama aynı zamanda diğer kısmı ise ‘Teknoloji’. Ve kültürel gecikme kavramı, yeni teknolojileri pazara etik olarak dahil etmenin en iyi yolunu düşünmek demektir.

Tahmin edebileceğiniz üzere; günümüzde teknolojik yenilikler genellikle yaygın kullanılan tek bir kelimeyle karakterize edilmeye çalışıyor; “yıkım”. Silikon Vadisi ya da benzeri yapılara, organizasyonlara, platformlara dikkat ederseniz, birileri (özellikle startup’lar) sürekli olarak girişimlerinin yer aldığı sektördeki yıkım hakkında konuşmaktalar. “Bu sektörü değiştireceğiz.” veya “Bu inovasyon, değişim için geliştirildi” gibilerinden söylemleri duymuş olabilirsiniz. Tabii Silikon Vadisi ya da benzeri yapılarda ortaya çıkan her girişim gerçekten “yıkıcı” olmasa da birçok şaşırtıcı değişim ve yeniliğin insanlığı birçok yönden harekete geçirdiğini değiştirdiğini ifade edebiliriz. Elbette bu değişim hızı giderek artıyor da gibi görünüyor. İnsanoğlu, son 200 yılda, önceki 20.000 yıl toplamından daha fazla teknolojik olarak ilerlemiştir denilebilir.

Ancak yıkıcı inovasyon her zaman iyi midir? Genel etki olumlu olsa bile, yıkıcı inovasyonları ortaya çıkarırken göz önünde bulundurulması gereken etik konular var mı? Cevap açıktır “evet”, ancak bu etik soruları teknolojik yenilik tanıtıldıktan sonra nadiren tartışırız veya düşünürüz, ki genellikle çok geç kalınmaktadır.

İnsanlar olarak, teknolojinin kısa vadedeki etkisini yüksek tahmin etme ve uzun vadedeki etkisini ise hafife alma eğilimindeyiz. Bu oldukça açık esasında. Örneğin, akıllı telefonların piyasaya sürülmesinden bu yana sahip olduğu kapsamlı etkilerini düşünün. Akıllı telefonların ilk olarak yaklaşık 15 yıl önce tanıtıldığına inanabiliyor musunuz? Sanırım bazı erken yaştaki gençler ve çocuklar için, bu uzun zaman olarak algılanmayabilir. Ama çoğumuz için, bu sadece dün gibi geliyor. Her iki durumda da, neticede sadece 15 yıl oldu, ancak akıllı telefonların hayatlarımıza ne kadar etkisi olduğunu bir düşünün!

Hemen hemen herkes cep telefonlarına sahip ve bu açıdan bakıldığında gelişmekte olan dünyanın büyük bir kısmını kapsıyor diyebiliriz. Ve üstelik en şaşırtıcı FinTek yeniliklerinin çoğu, bugün hepimizin taşıdığı akıllı telefonlar sayesinde mümkün olagelmiştir.

Ama işte akıllı telefonlar o kadar hızlı popüler oldu ki, bir toplum olarak teknolojinin daha geniş kültürümüz üzerindeki etkilerini anlamak için gerçekten zamanımız olmadı. Teknolojiye her adapte olmaya başladığımızda, teknoloji yenilikçileri adaptasyon süremizin ötesinde yeni bazı özelliklerle karşımıza çıkmaktalar.

Bunların hepsi kültürel gecikmenin örnekleridir ve teknolojinin toplumun bu tür yeniliklere kültürel olarak uyum sağlayabildiğinden daha hızlı değişebildiğini gösterir. Kültürel gecikme teorisinin anlamamız gereken önemli bir yönü var; sosyologlar ve ekonomistler, toplumun en zorlu sorunlarının çoğunun genellikle kültürel gecikmeden kaynaklandığına inanıyorlar.

Yine, akıllı telefonları düşünelim. Birçok disiplindeki uzmanlar şimdi akıllı telefonların ciddi sosyal problemler yarattığını veya bu sosyal problemleri daha fazla pekiştirdiğini vurguluyor. Hepimiz, sosyal medyaya odaklanan akıllı telefonlarımız yüzünden gerçek sosyal çevremizi dışladığımızı ve akıllı telefonlarda çok fazla zaman harcadığımızı vurgulayan haberleri, söylemleri, raporları yüksek ihtimalle duymuşuzdur. Bu alışkanlıkların etkilerini gerçekten anlayamadan geçen bir on beş yıldan sonra, insanlar artık ekran sürelerini azaltmak için çalışıyorlar ve Apple ve Google gibi birçok teknoloji firması, ekran süresini izlemeye ve hatta azaltmaya yardımcı olacak ürünler sunarak kullanıcıları daha az zaman harcamaya teşvik etmeye gayret ediyorlar.

Çok hızlı gerçekleşen teknolojideki değişiklikler ile kültürümüzde daha yavaş gerçekleşen adaptasyonlar/uyarlamalar arasındaki boşluğu vurgulayan çok daha ciddi örnekler var. Ve akıllı telefon örneği sadece çok basit bir örnek diyebiliriz. Gerçek şu ki, toplumun karşılaştığı en büyük sorunlardan bazıları – bazen onları görmek veya anlamakta güçlük çektiğimiz kadar büyük şeylerdir – çoğu zaman teknolojik yıkıma bağlı ve onlardan kaynaklanan kültürel gecikmedir. Bu büyük yenilikler olumlu etkileri nedeniyle haklı olarak kutlanırken, bazı ilişkili noktaları ise düşünmeye değerdir. Örneğin, yeni teknolojiler nedeniyle artık ihtiyacı kalmayan veya küçülen endüstrilerde çalışan herkese ne olur? Elbette pek çok insan teknolojik yeniliklerden faydalandı, ancak herkes faydalanamadı. Ya da en azından belki insanlar eşit fayda sağlayamaz diyebiliriz. Yeni teknolojilerin tüm topluma fayda sağlaması ahlaki olarak gerekli mi? Ve bu mümkün olsa bile, bu genel bir hedef olmalı mı? Bu yeni teknolojik yeniliklerin normatif bir hedefi olmalı mı?

Başka bir örnek ele alalım: drone’lar. Bugünlerde oldukça popüler teknolojilerdir ve son birkaç yıl içinde o kadar popüler hale geldiler ki, hükümetler özel drone kullanımını kapsayan düzenlemeler olmadan hazırlıksız yakalandılar. Drone kullanımının, insanların daha önce düşünmemiş olabileceği bazı korkutucu yönleri var. Örneğin, insanlar drone’ları silahlandırdılar, hatta bir drone bir devlet liderine suikast girişiminde bile kullanıldı. Bazı şirketler, kan nakletmek için Afrika’da insansız hava araçlarını kullanırken, hapishanelere kaçak malları aktarmak veya sınır ötesi ilaçları transfer etmek için insansız hava araçları kullanan da var. Kültürel gecikmeyi dikkate alırken göz önünde bulundurmamız gereken önemli bir husus ise yasalardır ve bu, kültürün en yavaş değişen yönlerinden biridir. Basit yasaların bile yürürlüğe girmesi yıllar alabilir. Sonuç olarak, drone teknolojisi hızla ilerlediğinde ve neredeyse herkes için uygun fiyatlı hale geldiğinde, hükümetler mevzuatlarını hazırlamak için yoğun bir gayret içine girdiler ve bireysel özgürlüklerle kamu güvenliğini dengelemeye yönelik bir takım düzenlemeler yayınlamaya çalıştılar.

Uygun drone kullanımını tanımlayan bir yasa yoksa, birisini uygunsuz drone kullanımı için sorumlu tutmak elbette zordur. Bu nedenle, drone teknolojisinin hızlı gelişimi ve drone ile ilgili yasaların çok daha yavaş gelişimi arasında oluşan kültürel gecikme; özellikle havaalanlarında uçuşları aksatan kesintiler, konutlar etrafında drone kameralarının kullanımı ve gizliliğin ihlali, askeri tesisler ve diğer hassas yerlerdeki stratejik riskler ve benzeri endişeleri ortaya çıkardı.

Peki, yeni teknolojiler tanıtıldığında ve bu kültürel boşluklar veya gecikmeler oluştuğunda, olumsuz sonuçlardan kim sorumlu olmalıdır? Girişimciler? Yatırımcılar? Hükümetler? Kullanıcılar?  Dünyadaki hükümetler uzun süredir bu tür sorularla boğuşuyor ve bazı yıkıcı FinTek inovasyonları düzenleyiciler için oldukça zorlayıcı durumlar yaratabiliyorlar.

Bir sonraki yazıda son temel etik ilkemiz olan “gizlilik/mahremiyet” üzerinde duruyor olacağız. O güne değin sevgi ve sağlıcakla kalın.